25 Kasım 2012 Pazar

AYRILIKLARA DAİR!

   

      Ayrılıklara dair, o kadar çok söyleyeceğimiz şey vardır ki;öfkeyle,nefretle,özlemle...
Şarkılara dem vururuz,şiirlerin dizelerinden, kendimize 'işte bu söylemek istediklerim ve tam da yaşadığım bu' paydası çıkarırız.Bazen özlemleri toplarız,bazen hatırlamak istemediğimiz acı hatıraları çıkarırız,kendimize has,dört işlem dürtüsüyle.Hiç olmadık bir halde ,bir hesap makinesine ihtiyaç duyarız,özlemlerimizin büyüklüğüyle doğru orantılı...Üzerini zamanla örttüğümüz acıları,omzumuza yeni bir kelebek konduğunda,unuttuğumuz yetmezmiş gibi,hiç hatırlamayız bile.
Ama ayrılığın kokusu ,daha üstümüzden gitmemişken,o sisi ,dumanı dağılmamışken,yazdığımız her dize ne kadar derindir,okuyana o hissiyatı vermese bile.Bir deli sevdası ile,sözlerini yazdığım her şarkıma sarılmam,tam da bu yüzdendir belkide!
  
  O kadar çok karalamış,bir köşeye atmışımdır ki,şarkı olmamış,güftesi hiç yazılmamış sözleri,şiirleri,yazıları...Sonra karıştırınca,o tozlu yaprakları,'paylaşmalı' deyip,koyulmuş bulurum kendimi,bu beyaz blog sayfasına temize geçer gibi geçmişimi.En güzeli de not edişim olmuş,tarihini,saatini...

              
            Ayrılık

   Ayrılık dedikleri,ne iki bacaklı,ne gözleri var, ne de vicdanı
  Bir tutam çalının,bir kibrit alevinde yandığı gibi,çektiğim dumanın ciğerlerimde dolanıp,her geçen gün kemirişi gibi
  Ne uyumaktan haz alır oldum,ne yaşamaktan
  İçli şarkılar efkarında,kalbim ağlıyor,gözyaşlarım saklı
  Sen yoksun diye mi,adı AYRILIK diye mi
  Ne biliyorum, ne bilmek için düşünüyorum
  Sensizliğin üstünden yirmi dört saat geçti
  Yüreğimde bir şeyler eziliyor ama ara ara ,aklımı alırcasına
  Ve işte bir sigarayı daha söndürdüm,sensizliğim için
  Bir hiç uğruna ayrıldığım için,bu kaçıncısı söndürdüğüm...
  Hep öyle olmaz mı,hep bir hiç uğruna olmaz mı ayrılıklar
  Dili olsaydı çektiğim sigaranın,o da yakınmaz mıydı,tat alamamaktan ciğerlerimden
  Çünkü vücudumun her bir yanını,bir kor sıcaklığında sarmış,ayrılık denen bu tek gidişlik acımasız
  Kim bilir,bensizliğin ilk gününde,ne sen farkındasındır ayrılığın,ne ayrılık senin farkındadır
  Dört duvarın arasında,ezildin belki de yaptığına,yazgım böyleymiş dedin belki de
  'Ayrılık acısı da güzeldir derdin'
  Umarım seni de,beni sardığı gibi uyutmaz derdin...

21 HAZİRAN 2001 /02.34
Volkan KOŞAR

            Çok Zaman Oldu

   Yazamadım çokça zaman,bıçağın kemiğe dayandığı anlarda
   Çok zaman oldu,buluşmayalı beyaz sayfalarla
   Ve çok zaman oldu,hep seni düşünmeme, keza seni yazdığım şiirlerle yaşamama
   Olsan da kilometrelerce uzakta,benden habersiz ve ben olmadan yanında
   Korkarım alışmalıyım,seni attığım adımda yaşamaya...
   
   Çok zaman oldu,ellerim kalemle konuşmayalı
   Belki dakikalar,saatler,günler birbiriyle yarıştı
   Seni unuttuğum zamanlar,saatin çeyrek kala ,çeyrek geçe dışında kalanlarıydı
   Ya da hiç unutamıyor,kendimi kandırıyordum,sanırım saatim 'çeyrekte' dura kalmıştı...

   6 Ocak 2003/ 01:23
   Volkan KOŞAR
    

  









Devamını okuyun...>>

8 Kasım 2012 Perşembe

HAYATIN PEMBE YÜZÜNDEN ARTA KALANLAR


   Fonda Michel Camilo  AÇILIR,AYNEN BU YAZI YAZILIRKEN DİNLENDİĞİ GİBİ...
                 Hayatımız,günler,zaman,her şey gün gün değişiyor,geçiyor,geride kalıyor.Hatıra dediğimiz şey an be an gerçeğe dönüşüyor,anı defterinde hemencecik yerini alıveriyor.Gençliğimiz birden ,su gibi akıyor.Hayat kavgası içinde,hayatın bizi ittiği bir yönde,bir şeye odaklanıp yılları harcıyoruz,gerek güzel ,gerekse acı yanlarıyla.Sahnelerimize yüzlerce insan geliyor,eğleniyor,gülümsüyor,içiyor,keyifli bir halde çıkıp,hayatına oradan geçerken uğradığı bölümde devam ediyor.Birçoğumuzun derdi,tasalandığı,gözünde büyüttüğü hikayeleri,acıları oluyor,ama eğlenmeye geldiği yerde,o anlıkta olsa bir kenara bırakılıyor.Kiminin bir ömür boyu sürecek,kimimize henüz denk gelmemiş,kiminin şu an da içinde olduğu,hayatın pembe yüzünden arta kalan dramatik hikayeleri.Keşke hep pembe tarafları olsa hayatın diye düşündüğümüz ,söylediğimiz anlar olmuştur çokça.Öyle güzel bir şeyin içindeyizdir ki,aklımıza hiç kötü,olumsuz bir şey gelmez,hayata salgıladığımız mutluluk hormonu sayesinde.Zaten hastalıklarda ,stresin,mutsuzluğun yani vücudun zayıf düştüğü anlarda gelir yakalar insanları ,diye çokça duymuşluğumuz vardır.Filmlerde konu olunca aklımıza gelir,hayatın bu pembe olmayan yanları.Üzülür,bir sinema salonu sıcaklığında dökeriz gözyaşlarımızı,bize bunu düşündüren o duygu yoğunluğu ile.Bazen anlatılan hikayedir,kendimizi içinde bulduğumuz yada kendi hayatımızdan bir kesit diyedir dökülen gözyaşlarına sebep.Bazen de ,aslında film senaryoları haricinde,aklımıza hiç gelmeyen ama hayatın tam içinden olan ve o an da olsa 'ya benim başıma gelirse' ya da 'benim başıma gelse ne yapardım' diye düşünüp,kendimizi o kahramanların yerine koymuşluğumuzdandır,hisli ve içli ağlayışlarımız.

     Mesela ,hastane odası,bir çoğumuzun bildiği ancak aklına getirmediği bir hikayedir.Bir gün bile yatmış olsak,ne acılar,ne hikayeler,ne olaylar görürüz,dışarıdan bir şahit edasıyla,kendi acımızı unutur,hasta olmamızın verdiği hassasiyetle içimizi parçalar.Nice şarkılara konudur,nice kitapların temasıdır,nice acıların esas mekanıdır hastaneler.Ne gözyaşları,ne feryatlar dökülmüştür o soğuk beyaz duvarların yankısında.Ne acıları hafifletmek için refakat etmişizdir ve farkında olmadan gözlemlemişizdir,hayatın bu gerçek,çoğu zaman üzücü karesinin içinde olan bitenleri.


  Yıllar önce,Gölcük'te askerlik yaptığım dönemlerde,'Göz uçuğu' denen bir rahatsızlıkla tanışıp,bir hafta gibi bir süre,steril ortamda,toz-topraktan uzak bir ortamda yaşamam gerektiği için,Gölcük Askeri hastanesinde yatmıştım.Malum,bir sürü oda arkadaşınız,yemekhane arkadaşınız oluyor o süre zarfında ve her yaş grubundan örneklerle birleşiyor,hayat senaryonuz.Elime çokça kalem alma,düşünme,gördüklerini kaleme dökme şansım olduğundan,yazılar,şiirler notlar yazmışım,bundan 8 yıl önce,bir hastane odasında...

    ''Hayata gözlerimi ilk açtığım yerdeyim,bir hastane odasındayım.Ama bir fark var ne anam var ne babam var yanımda.
      Sıcak,beyaz bir hastane odasındayım.Geçirdiğim günlerin bir çoğunda,ruhum ve bedenim birbirinden bağımsız gibi.Hayal dünyam,uzun uzun düşünürken bedenimi olmadık yerlere götürüyor,bu hastane odası dışında.Ara sıra ,ılık rüzgarların yüzüme vurduğu,deniz hışırtılarının kulağıma bir nota bütünüyle geldiği,bir yaz akşamında,bir sahil kasabasındayım.Kimi zaman,soğuk kış gecelerinin battaniye sefasında,kimi zaman pencere önünde çiseleyen yağmuru izleyen ve dışarı çıkamayıp,sokaktaki hayatın farklı yüzlerini hiç bilmeyen küçük bir çocuk gibiyim.
   Evet hastane odasındayım.Kendimi dinliyorum,kendimde beni.Bir odam sıcak,bir de beyazlar içindeki hemşireler.
    Sıradan bir perşembe...İstanbul'un Gölcüğe bakan,hastane tarafındayım.Sıradan bir hastayım,hastanede kalan diğer hastalar arasında.Tedaviye olumlu cevap veren ve ani tepki gösteren,uyumlu bir hasta
   Aklımda,eskiden kalma,makyajsız anılar.Alışılagelmişten öte,beyaz bir oda da ve beyaz sayfalarla. Hafiften güneş çıkmış ama benden habersiz.Ve buna dair söylediklerim,perdelikten görebildiğim kadarı.Yan odamda yaşlı güleç bir teyze.Saçları ağarmış,tombik ve çokça zamanlar yaşamış bir teyze.O da yarını umutla bekleyip,kim bilir çoluğuna çocuğuna,torunlarına ulaşabilecek olmanın sevincinde.Herkes ayrı bir dertle,ayrı hikayelerle,hepsi yaşamın,yaşanmış gerçek kesitleri.Kimi yalnız,kimi dostlarıyla,ailesiyle,kimi burada olmaktan huzurlu...Bu vakitlerde kulağımda uğuldayan masmavi denizin hışırtısı ve üzerinde bir gemi...Küçükçe balıkçı tekneleri.Onlarda da bir dolu özlem ve hasretlik belkide.Kim bilebilir ki,belkide bu beyaz odada olmaya bile hevesliler,sıcak,hastane kokan,kimine huzurlu,güler yüzlü bu odaya''(25-03-2004 Gölcük Askeri Hastanesi)

   Sadece bir kesit,bir kare,yüzbinlerce kare ve hikaye içinde,gençliğimin gözleriyle yazdırdıkları...İçinde olduğumuz ya da bir şekilde yolumuzun düştüğü o yerler.İçi bazen huzur,dinginlikte olsa,o dört duvar yaşanmışlıkları.Hastaneler,Yaşlılar bakım evleri,huzur evleri,yetimhaneler...daha niceleri...Bir gün bende olabilirim hassasiyeti,sahip olduğumuz vicdan,sevdiklerimize yakınlarımıza olan duyarlılığımız...yani,HAYATIN PEMBE YÜZLERİNDEN ARTA KALANLAR...


 VOLKAN KOŞAR

























Devamını okuyun...>>

1 Ekim 2012 Pazartesi

Hayatın Ucundan mı Tutuyoruz?Dört elle mi sarılıyoruz?

    Hayat diye başlayan cümlelerimiz,isyanlarımız,oflamalarımız olur kimi zaman.Belki de çoğu zaman,bazılarımıza zaman zaman!Düşününce,ne kadar da kolay yaşamak,ne kadar da bir çırpıda söyleniveriyor iki dudağımızın arasında.Peki ya ne kadar farkındayız,aslında uzun gibi sandığımız bu hayatın,ne kadar kısa olduğunun.Ne kadar bilincindeyiz ,göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğinin.İçinde yaşarken bu hayatın,acı hikayeler,dramatik olaylar görürüz çokça,ama bize hiç olmayacakmış gibi,ucu bize bir gün değmeyecekmiş gibi, sıranın bize de geleceğini düşünmeden, üzülürüz.İşte tam bu noktada,sıra bize,yakınımıza ,yanı başımıza geldiğinde,yıkımlarını yaşarız.Birden 'canan',gerçekten 'can'oluverir.Boşa dememişler sanırım,'ÖNCE CAN,SONRA CANAN' diye.

   Uzun zamandır yazmayıp,fırsat bulamayıp,günleri kendimce öteledikten sonra,böyle bir yazı nasıl gelir kulağa bilemedim.Ama kalemi bir şeye yönlendirmek yerine,canı istediğinde yazsın diye düşündüğümdendir tüm o geç yazmalar.Ve bu yazı,'neyin ,ne kadar farkındayız' türünde bir içeriğe sahip.Bir nevi farkındalık yazısı da denebilir.
  Örnekleri çokçadır ama aklıma gelenlerle başlarsak.Hepimiz bir şeyleri yaparken,kullanırken,tüketirken,ne kadar zararlı olduğunu bilerek eyleme dökeriz.Sigara ile ilgili görsel medyada uyarılar duyar,yazılar okuruz.Kanser yaptığını ya da bir çok hastalığa sebep olduğunu bile bile ,o kanserin ucu bize değmez diye es geçer,hayatımıza öylece devam ederiz.Hatta ,ayağını sigara yüzünden kaybetmiş(kestirmek zorunda kalmış) bir örnekle karşılaşırız. Görürüz,birebir yaşayanın ağzından duyarız,üzülürüz.Sıranın bir gün bir şekilde bize de geleceğini aklımıza getirmeyiz.Ölümün soğuk yüzünü,ya bir cenazeye gittiğimizde hissederiz,ya tabutu taşırken düşünürüz.Ölümlü dünyada hiç birimiz kalmayacağız.Bu gerçeği de biliriz.Belki gençliğimize güveniriz,belki daha zamanı değil diye düşünürüz.Hayat işte.Garipliği içinde saklı,hep gözümüzün önünde,içinde barındırdığı her bir şeyle.Sadece sigara,hastalık,ölüm değil.Zamanı ne kadar verimli,hayatı ne kadar kaliteli yaşadığımızla,kendimize önem vermemiz gereğini,bir yoğunluğun içinde unutuveririz.Hep bir bahanemiz vardır.Yüzlercesi sıralanır o bahanelerin,belkide okurken bile aklınıza gelmiştir, o bahanelerimiz. Çok yoğun çalışıyorum,çok stres altındayım,sigarasız yapamam gibi gibi gibi.Peki içinde yaşamsal zorunluklar gerektiren durumun dışında kalan zaman diliminde,ne yapıyoruz!Gerçekten hayatın ucundan tutalım yeter mi diyoruz.Ya da hangi tutumla,hangi örneğimizle,hayatın her yanına 'dört elle sarılıyorum' diyoruz.
  
   Taşıdığımız hayati sıvının öneminin farkına,bir yerimiz kanadığında mı varıyoruz.Kan ile ilgili bir hastalık başımıza gelince mi,dank ediyoruz?Kalbimizin,hep o kalemle çizdiğimiz gibi olduğunu mu düşünüyoruz?Ya da başka bir organımızın değerini,orası alarm verince mi anlıyoruz.Her şeyi yönlendiren beynimizi,ne kadar gereksiz,ne kadar manasız şeylerle yorup,sonra içindeki kabloları birbirine kısa devre yapar gibi değince mi ,ahlayıp vahlayıp düşünüyoruz!

   Sahip olduğumuz onca manevi değeri,gücü,neyin yararına kullanıyoruz!Gerçekten kullanıyor muyuz?Birden fazla insana bir faydamız oluyor mu?İşte tam bu kısımda verdiğimiz her cevap,hayatın kıyısında mı,ortasında mı olduğumuzun cevabı...Kim bilir belkide bu zamana kadar ,hayatı gerçekten ıskalamışızdır.Ama yok yok,bizim hayatı ıskalama olasılığımız olamaz.Neden?Çünkü kulakta kötü tınlayan hiç bir şey,bize uğramaz.Hastalık gibi,kötülük gibi,ölüm gibi,kaza gibi...

   Birine,birilerine,hayata bir fayda sağlamak için,önce kendini sevmen gerekir.Kendini sevmek,öncelikle kendini önemsemekten geçer.Önemsediğin noktadan itibaren,bedenine,sağlığına,psikolojine zararlı olan her şeyi köşeye   ayırırsın.Ayırdığında anlarsın,ıskaladıklarını,tutamadıklarını.Belki de şimdi tam sırası...
Görme engelli bir kardeşimize,ne isterdin diye sorsak GÖZ ile görmek isterdim der,Yürüme engelli kardeşimize sorsak,Koşmak,gezmek isterdim der kendi ayaklarım üzerinde,ya da gırtlak kanseri olan birine sorsak,şarkı söylemek isterdim der belkide.Hepsini yapabiliyorken,ve henüz hiç eksiğimiz yok iken,kendimizden eksiltmeyelim.Ruhen ve Bedenen...

     NAZIM BABANIN DEDİĞİ GİBİ,
'Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği 

halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne 

yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün 

yok senin...'







Volkan KOŞAR











Devamını okuyun...>>

29 Haziran 2012 Cuma

Hep bir içmektir tutturmuşuz!

Hep bir icmektir tutturmuşuz...düşünce gercektende öyle .bahsettigim şey aslında ne,ustelikte yine gecenin bir vaktinde. Alkollü ortamların icinde hem çalışıp hem ziyaret amaçlı çokça bulununca,sahnedeseyrusefere hicte ters düşmeyecek bir konu. Kutlamalarımız,efkârlarımız,sohbette bir iki bişey içmelerimiz...derken derkene derken.Hep bir icmektir tutturmuşuz. Dogum gunü kutlaması,düğün yemeği,mezuniyet kutlaması,sevgililer gunu,sünnet düğünü gibi mutlu anların,mutlulukla pekistisicisi içki icmektir,demeliyim galiba:) Sadece mutlu anlarla genellersek yanlış olur.basimizdan kötü bir olay gecer,sevgilimizden ayrılırız,birini kaybederiz,efkarlandigimiz her anda ,sanki icmektir bize bu durumları unutturan.Tam öyle değil aslında ama öyle de diyebiliriz:) Tüm hafta is yoğunluğu,stresini,haftasonu geldiginde dindirmek,üzerimizden atmak için,soluğu gece hayatında,publarda,barlarda,diskolarda alırız.O stresi attıracak olan,biraz icmektir.Hep bahaneler buluruz,yaratırız,biraz içmek için.Akranlarimizla bir araya geliriz,bir seyler içerken,gecen yılları,hayatımızda olup biteni anlatırız.İcmeden olmaz mı?olur olmasına da,olmaaazzz:) Yaz gelir.Sİcak havalar bizleri deniz kenarına gitmeye mecbur eder.Denize girilmese de memleketim İstanbul'da,manzarası bile yeterdir içmek için.Denize gideriz,dalıp çıkarız bir keyifle.O keyif devam etmeli,plajda bir bira ile soluklanmali.İckiyi sevmeyene bile ,o an güzel gelebilir.Aile,eş dost akrabalarda bir araya geliriz,yemek münasebetiyle.Evsahibi ne içeriz diye düşünür ya da bir araya gelmeden,karar verilmiştir ne içileceğine:).Haftasonu,mangal planlanır.Mangalda pişen etin yanında da bişeyler içmeli:)balık,rakısız olur mu?Fonda,bu durumu destekler müzikte koydukmu,içilmesinde ne olsun.Kis boyu lig macları olur,bizleri özellikle derbi maçları ilgilendirir.Mac muhabbeti olur da içilmez mi?İcmek için ,mac bahanesiyle bir araya gelinmiş gibi,neredeyse şarttır,bir seyler icmek:)Uyku tutmaz,icelim deriz.Uyku sorununu,alkol ile çözen çokça tanıdığım vardir,ilaç niyetine:) Balık tutarken,canlı müzik dinlerken,o keyifi alkol ile butunleriz.Daha keyifli kılarız,sosyalleşmem adına.Farkindamisiniz?Aslinda genel çerçevede,yogunlukla yaptığımız sosyalleşme süreci içindeki şey,İCMEK! Çok sevilen,çok tutmuş,dillere düşmüş şarkılara bir bakınca,neler çıkmış neler... İcerim ben bu aksam,haydi gel içelim,öyle sarhoş olsamki,benim en iyi dostum içkim sigaram,doldur be meyhaneyi,sarhoş,anason,her aksam votka,rakı ve şarap...Tesadüf mü sizce?Halil Sezai'nin,İncir reçeli filminde,önünde rakı,elinde gitar ile söylediği İsyan şarkısı,bu yüzden mı,dile düştü acep?İcimizden,bizim en iyi bildigimiz bir seylerden bir kesit ve kendimize yakın bulduğumuzdan mı?dersiniz??? Hep bir icmektir tutturmuşuz?vallahi de,billahi de:) Volkan Kosar
Devamını okuyun...>>

23 Haziran 2012 Cumartesi

İstanbul'dan Giderken

    Ve şehrim İstanbul'a yaz gelir.Okullar yıl sonu tatiline girer,girer girmez tatil planları,denizler,sahil,kumsal,güneşlenme planları aklımızın bir köşesine yerleşiverir.İstanbul,kimine göre yaşanmaz bir hal alır.Tüm yıl boyunca şikayet ettiğimiz o kalabalık,o trafik çilesi,birden akıverir deniz kenarlarına.Ve İstanbul' da kalanlar ,birden bu gidişe anlam veremeyip,anlarlar ki ,İstanbul'u güzel yapan,bunca insana yaşanılası kılan,o kalabalığıdır.Kimimiz,yıllık iznimizden 1 hafta alabilip kaçarken bu şehirden,kimimiz sanki şehri terk ediyormuş gibi uzunca bir süre,belki sonbahar kendini gösterene kadar terk eyleriz bu şehri.Kimileri de sadece hafta sonu ADALAR,üSKÜDAR ,ORTAKÖY,BEBEK,ARNAVUTKÖY,GALATA gibi nimetleri ile yetinir,havuz ile güneşin tadını çıkarmakla kalakalır.


Devamını okuyun...>>

17 Haziran 2012 Pazar

Cumartesi'den Pazar


  Cumartesiyi pazara bağlayan bir sabah.Saat sabahın beşi.Ezan sesleri duyulmuş,güneş güne ışık tutmaya hazırlanıp,göğün hesaplanmadık tarafında yerini tutmaya ramak kalmış.Yollarda ,bir yerden bir yere ulaşmaya,evinin ferahlığına,rahatlığına kavuşmaya çalışan insanlar.Eğlenceden,fazlaca eğlenmiş,alkolü bedeninde yoğun bir halde hissetmiş,felekten bir gece daha çalmış bedenler.Ara sokakta çöp arabaları,pazarın o naif huzurundan bir haber,günün ilk ışıklarında ekmek derdine çalışıyor.Kimi evlerin ışıkları hala yanıyor.Kimi evlerde yanan ışıklar değil,bir koku...Tütsü kokusu,mum ışığı,uyku kokusu ya da evde devam eden keyf-i muhabbet.Gün pazar.malum resmi tatil:)
  Hava sıcak..mevsim yaz...Pazar planları yapılmış,kimi havuz başında ,kimi aile saadeti ,piknik planlarında.Gün babalar günü..bir de bunun üstüne planlar...Kimi ,pazartesi sendromunu yaşayacağını bildiğinden, evinde dinlencede.Tatil planları,bu havada gitmeli adaya diyende var elbette.Kimi bu yazıyı okuyor ,kimi bu yazıyı yazıyor...


 Kimimiz,aşka olan hevesle,,kimimiz platonik düşlerle..Gün pazar olmuş,pazartesi olmuş,kimene...Günün pazar olması,o durağanlığa alışmış,heyecanlarını garantiye almışlara belkide.


Hayırlı pazarlar
Volkan koşar

Devamını okuyun...>>

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Özlemlerimiz

    Özlemek...Özlediğini  yada özlendiğini bilmek,hissetmek ,dile getirmek ve duymak.Ne kadar özel bir duygu ve ne kadar uçsuz bucaksız bir deniz ,özlem duygusu.İçinde bin bir rengi barındıran,düşündükçe mutluluk hissiyatı beliren,yüz güldüren,kavuşunca daha da mutlu eden bir olgu.Kavuşma duygusunun cevabı...hasretin sevgilisi,gözlerin aradığı,burnumuzda tüten,yalnızlığımızı çekilir kılan,bizi bir çok şeye güdümleyen,belki de ayakta tutan...Çoğaldıkça ,bir VOLKAN misali alevlendiren,gözlerimizin ufuklara derince daldığında ,gördüğü ve görünene olan düşünsel yolculuk...

-Kış çok uzun sürdü diye yaz mevsimini özlemek
-Sıcak,bedenimizi yakınca,Sonbaharın hüznünü özlemek ve o hüzne fazla boğulunca kıpır kıpır hissettiren yaz mevsimini özlemek
-Eski sevgiliyi özlemek
-Çocukluğumuzu,yaramazlıklarımızı özlemek
-Okul yıllarımızı özlemek(hatırda kalan anılarla,üniversite yada lise yıllarını özlemek)

Devamını okuyun...>>

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Adam yok...Kadın yok...Nerede bunlar?



   Sahnede seyrüsefer...Her olan biten ,bir basamak yukarıdan göründüğü,ve hissettiklerimiz oradan biraz daha farklı olduğundandır belkide,sahneden seferi üstlenişim.Dinleyicilerimiz ,yoğunlukta bayanlar gibi görünse de,her iki tarafında(kadın-erkek) sıkça ziyaret etmişliğinden,bir fikir edinebiliyoruz.İşin ilginç yanı,her iki tarafta,'adam mı kaldı','doğru düzgün kadın mı kaldı' diye şikayet eder bir halde.Düşündüm nedendir bu şikayet ediş diye.İki tarafta aynı durumdan şikayetçi ise,nerede bu adam ve kadınlar?Aklımıza doğrudan gelen,ve muamması bol bir soru!


Devamını okuyun...>>

4 Mayıs 2012 Cuma

Marş ettiklerimiz..Yanlış bildiklerimiz...

    Başlık ,bu yazı ne anlatıyor temasını ,çok net söylüyor aslında.Yıllardır sahneye gelen istekleri,dinleyicinin hangi ortamda, ne beklediğini ,az çok analiz ederek,böyle de bir yazı olmalı dedim ,kendi kendime.Dilimize yıllarca dolanan şarkılar vardır.Asla vazgeçemeyeceğimiz ,anlamları sanki bizi anlatıyor diye kabul ettiğimiz şarkılar.Kimlere ne çalıyoruz? isimli yazımda,sahneden gelen garip,düşündürücü,bazende  komik istekleri paylaşmıştım.Bu yazıda da ,konu ile alakasız istenen şarkılar ve bu konunun şarkısı budur ,dediğimiz şarkılar arasında gidip geleceğim.


Devamını okuyun...>>

1 Mayıs 2012 Salı

Volkanca...Uluorta....

' Hastalık bile, gece olunca kendini gösterir.Sen neden üzerine alınıyorsun.Ya da almalısın üstüne,gece olunca geliyorsan aklıma,hastalık gibisindir muhtemelen.Bilmez misin,insan hasta olunca,ondan kurtulmak için mücadele eder.O zaman kızma,sövme,bağırma ve en önemlisi ah etme...Her gün ,doğan güneşi göremiyorsan,o güneş doğmadığından değildir.Senin, güneşi görecek gözlerin olmadığındandır.
Edebi bir zenginlikle gömmek değildir aslında niyetim seni,ya da onu arkama alıp ,üzerine akın etmekte değil.Bir şarkı yazar ebediyete salarım gerekirse!Sen bilmezsin ben söyleyim,şarkıların kime yazıldığını bir tek şarkıda ki Özne bilmez:)bilmem anlatabildim mi,gecenin orta yerinde...'



Devamını okuyun...>>

12 Nisan 2012 Perşembe

Şansında Böylesi...!


Gazi üniversitesi bahar şenlikleri için,güzel bir mayıs ayında davet aldım.Yaptığımız işin en güzel taraflarından birisidir,konserlerde bulunmak.Üstelikte bu konserler,üniversite gençleriyle ise ,başka bir keyiflidir.
Aldığım bu davet üzerine,Ankara'ya gidecektim.Tek başıma ,solo performans olarak katılacağım bu konsere,şahsi arabamla gitmek yerine ,Harem'den saat başı kalkan Ankara otobüslerini tercih ettim.Sabah erken bir saatte uyandım ve arabamla Harem'in yolunu tuttum.Arabamı otoparka bırakıp,gitarımı sırtlayıp,Ankara'ya giden otobüs firmalarını gezdim.Tabi ki ilk önceliğim,en çabuk kalkacak

Devamını okuyun...>>

2 Nisan 2012 Pazartesi

Kendimize İnandırdığımız Masallar

Masallar...Küçükken,annemizden dinlediğimiz ve kahramanlarını hayalimizde canlandırdığımız,belki de, hiç kafamızda kurduğumuz gibi olmayan masallar.
Günlük hayatımızda tanıdığımız o kadar fazla insan var ki,o masallarla yaşayan,üstelik de bunların, aslında hiç olmadığını bilmelerine rağmen,çevresine öyle sunan,hatta kendilerinin bile inandığı masallar.
İşim gereği,bir günde yüzlerce insan karşısında olduğum ve diyaloğa girdiğim için bir süre sonra, devamlı gelen çehreleri tanımaya ve hikayelerini de öğrenmeye başlıyor insan.Şöyle bir düşündüğümde,olmasını istediği şey uğruna ya da elit-kültürel bir kimlik sergilemek adına,oturduğu yer konusunda ,mesleği konusunda,okuduğu okul konusunda ,ailesiyle ilgili detaylar konusunda ,masal uydurup,yalanlar söyleyen örneklerle sıkça karşılaşmışım.Ve hemen  "Kendimize inandırdığımız masallar" yazısının asıl anlatacağı ,gerçek bir hikaye gelir aklıma ve kalemim başlar anlatmaya.
Müzisyenlerin ,dinleyicileri vardır ve dinlemeye gelenlerin içinde,müzik dinlemenin yanında,vitrindeki adama hayranlık duyan,içten içe duygusal bir şeyler besleyen,bunu platonik yaşayan,kimi zaman da elde etmeye çalışan örnekler vardır.Bu bireylerin,o çabalarının içinde,elbetteki masalları vardır.


Devamını okuyun...>>

20 Mart 2012 Salı

AŞKA DAİR.. SEVGİYE DAİR...

     Hepimizin sevgiye,aşka dair bildikleri,yaşadıkları,tecrübe ettikleri,okudukları ,hayal ettikleri ya da özetle hissiyatı vardır ve başkadır.Aynı şeyi yaşasak ya da okusak bile ,içimizdeki 'BEN' farklı şeyler düşünür,farklı şeylere odaklanır,kavramların yoğrulması farklı farklıdır.Tıpkı ,hepimizin etten kemikten canlılar olduğu ama ruhlarımızın hep başka nefes aldığı gibi.Aşkı da sevgiyi de daha güzel kılan bu.İçtiğimiz suyun ,her çeşmede farklı bir tat taşıyor olması ve sularının farklı şiddette akması gibi.


Devamını okuyun...>>

8 Mart 2012 Perşembe

Heveslerimiz...

                   
Yazan: Volkan Koşar
     Heveslerimiz…İnsan ne çok şeye heves duyar ve ister.Kafasına takar,kafasında kurar,hayallerini süsler bazen bu hevesler.Ve nedendir bilinir mi?Elde etme evresinden sonra, durum şekil değiştirir,başka bir hale bürünür.Hevesini kurduğumuz o şeyin yerine, bir başka heves gelir.Yani hevesler, heveslerimizi kovalar.Sonuç ,bize dünyamızın canlanması bakımından renk verir.Ama çoğunlukla yarıda kalmışlığı,bir sohbet sırasında hep aklımıza geliverir.Şöyle bir düşününce,yada siz bu yazıyı okurken,aklınızdan hevesleriniz bir film şeridi gibi geçer.Acaba ,neyi heves edip yarıda bırakmışız? diye düşünür,şöyle bir geçmişi sorgularız.
   Aklıma gelen ilk ve belki de en büyük hevesimiz SPOR YAPMAK hevesidir.Genelde, büyük bir heyecan ile fit olmak,sağlıklı olmak adına başladığımız bir şeydir.İlk zamanlarda ,güzel spor kıyafetleri ve doğru beslenme planları ile başlar.Kişi,spor yapacağı bir spor kompleksine yazılır,ve genelde yıllık anlaşmaya varılır.Ödemesi en başından ,bir yıl üzerinden taksitli bir halde yapılır.Yani o aşamadan sonra,spora gitsenizde gitmesenizde ,o meblağ size bir zorunluluk güdüsü aşılayacaktır (satış sorumlusu, bu durumun devamlı olmayacağını genelde bilir ve ona göre satar).Yada öyle gibi görünür,bu  evrede.İlk 1-2 aylık evreden sonra,kişi bir yandan iş ,bir yandan spor , vücudunda kaslarını da çalıştırıyor olmanın yorgunluğu ile yavaş yavaş fire vermeye başlar.Ve o fire, birkaç kez olunca,o heyecan duyduğumuz evre,yerini, ufak ufak kaytarmalara,’aman bu hafta da gitmeyim’ demelere bırakır ki,bu işin uzun sürmeyeceğinin habercisidir.Tembel yanımız,o ufak ara vermeleri yakalayınca, bizi sanki esir alırcasına, fit olmak, sağlıklı olmak, düzenli ve sosyal yaşamak durumlarından uzaklaştırır.

Devamını okuyun...>>

1 Mart 2012 Perşembe

Kendimizi Bir Grubun İçinde Hissetme Dürtüsü

   Mesleğim gereği,değişik insan profilleri ve farklı kültürlerden bireyler tanırım.Elbetteki bu durumun güzel tarafları ve kişiye kattığı şeyler var.İnsan ilişkileri ve psikolojileri hakkında epey deneyimli ve fikir sahibi olmamıza yarıyor.
Üniversite okuduğum yıllarda,ege ve marmara bölgesinde bir çok mekanda sahne aldım.Şu zamanda da hali hazırda sahne aldığım mekanlar var.İlk defa sahne aldığımız yerde,son gelen olduğumuz için,var olan bu sosyal grubun farkında olmadan,grubunda son üyesi oluyoruz.Ancak üzerinden zaman geçtikçe,devamlı gördüğümüz simaların ,bu grup içinde bulunma sebebini ve misyonunu idrak ediyoruz.Genelleme yapmak ne kadar doğrudur bilinmez ama okudukça siz karar verin.Ve bu dinleyici gruplarının dışında,gerçekten sadece güzel bir akşamı müzikle süslemek,eğlenmek adına gelen bir kısım olduğunu da söylemeden geçmek istemem..
Bir mekana yıllarca takılma ihtiyacı,kendini bir yere ait hissetme,bir grubun içindeki bireye sosyallik güdüsü aşılar.


İlk profil:Bekar ve yalnız yaşayan birey


Devamını okuyun...>>

24 Şubat 2012 Cuma

Hayatımızdan Manzaralar ve İçimizdeki Yalnızlık

yazan: Volkan Koşar
     Hayatımızın garip manzaraları...Bir evin demir parmaklı,tek göz odalı penceresinden,bir hastane odasının beyaz çarşaflı yatağından,mutlu bir ailenin 3 odalı evinin,her odasındaki ayrı,huzurlu hallerinden,sahnede şarkı söyleyen müzisyenin,söylediği şarkıların çok dışında düşündüklerinden,yaşlı bir tanıdığımızın, yaşamışlığına ,geçip giden yıllara 'Hey gidi günler' der gibi iç çekip anlatışlarına kadar garip ve gerçek manzaraları.
   Uzun bir araba yolculuğunda,şoförün aklından geçen,yol güzergahından bihaber ama kendinden emin  halde gözünün önünden geçenlerden,her gün işe giderken ya da işten dönerken,aynı sıradanlıkla ve sırası hiç bozulmayan otobüs durağındaki insan tiplerine,bir yerlere yetişme telaşındaki,o hayat karmaşasına dahil olmuş her bireyin, ayrı hayat hikayelerine,yaşama dair umutlarını bir kahve fincanından duymayı umut eden bakışlara kadar gerçek manzaralar.

Devamını okuyun...>>

21 Şubat 2012 Salı

Şarkılar ve Bilmediğimiz Hikayeleri

Yazan: Volkan Koşar
Evet şarkılar, hayatımızda farklı yerdedir.Bizleri efkarlandıran, bizlere mutluluk hissi veren,duygularımızı tarif etmede en güzel ifade şeklidir çoğu zaman.Peki hayatımızda bu kadar yer eden şarkıların bir hikayesi olduğunu bilir miyiz?Belki de biliriz ama bize ilk hissettirdiği duygu ile kabul eder,onu dinlerken,hep bize hissettirdiği duyguyla yaşarız.Şarkılarla bu kadar haşır neşir,iç içe bir haldeyken, sahnede seyru sefer yapmaya gönüllü olarak yola koyulmuşken,o şarkılardan ,hikayelerini bildiklerimi sizlerle paylaşmak isterim. İlk albümümde 17.ay (ölüm yakın bana) isimli bir şarkım vardır.Adını duyunca bilenleriniz elbet vardır. Hatta ,17.ay yazınca,o şarkının adı ‘Ölüm yakın bana ‘değil miydi diyenleriniz olmuştur.Bu albüm 2007 yazında çıktığında,ilk klip çalışmam 17.ay ,televizyon kanallarına dağıtılırken,bu klipleri betacam şeklindeki kasetlerde dağıtan arkadasın aklına,17.ay ismi gelmez.Doğal olarak ,ona nakaratta en fazla söylenen ÖLÜM YAKIN BANA ,şarkı adı olarak daha yakın gelir.Betacam kasetlerin üzerine ÖLÜM YAKIN BANA yazar ve verir.Ben,birçok tv kanalında yayınlanırken gördüğümde pek şaşırmıştım,şarkının sahibi olarak.İnternette araştırma yapınca,şarkının bir diğer adının da KADER ANLASANA olduğunu gördüm.Bu 3 farklı isme sahip şarkının gerçek adı ,17.ay’dır.Sebebi ise, hikayesi elbetteki.1999 depremi olduğu sırada BODRUM’da sahne alıyordum.Deprem olduğu haberi gelince 17 Ağustos’ta ,ülkemizde ulusal yas ilan edilmiş,yazlık bölgelerdeki canlı müzik yasaklanmıştı.Ve ben,üniversite okuduğum yere,Muğla’ya geri dönmüştüm.Gelen kayıp haberleri ve kayıp sayısı epeyce üzüntü vericiydi.Samimi olduğum ,İzmit’te ikamet eden bir arkadasımın, göçük altında hayatını kaybettiği haberleri dolaşıyordu çevremizde.Bu arkadasımın(erkek) vefat haberi geldiğinde,ardında gözü yaşlı bıraktığı kız arkadası zor günler geçirdi. O kişi, samimi arkadasım olduğu için,ona teselli veriyor,elimizden geldiğince acısını ,onu

Devamını okuyun...>>

17 Şubat 2012 Cuma

Bizim zamanımızda çocuk olmak

   
yazan: Volkan Koşar
        Sahnede nostalji şarkıları çalarken ,şiirsel bir anlatımla ,çokça bahsettiğim bir şeydir 'bizim zamanımızda bunlar vardı,şunlar vardı,hatırlar mısınız' diye..Sahneme gelip ,canlı izleyen ,birçok dinleyicimiz anımsar ne söylediğimi.
Yıl 2012 olup,çocukluğumuzu düşününce ,en az 20 yıl öncesinden bahsediyormuşum meğerse.Geriye dönüp baktığımda,sanki dün gibi hatırladığımız onlarca şey üzerinden çokça zaman geçmiş...
        Anımsayanlar vardır o dönemleri,şimdi çok nostaljik gelen siyah beyaz televizyon dönemlerini.Gerçekten de izlediğimiz tüm filmlerdeki kahramanların kıyafetleri,filmin geçtiği yer,arka plan,tüm detaylar siyah beyazdı.Maç izlediğimiz zamanlar da ,iki takımı birbirinden ayırmak için çubuklu forma kullanılırdı mesela.Şimdi söyleyince,bu kadar teknoloji içinde yaşıyorken ,ne kadar ilkel geliyor olabilir,ama sanırım o zaman hayal gücümüz daha bir yaratıcı idi,her şey önümüze hazır gelmiyordu çünkü.Hatta bir tık altında,televizyon olmayan bir çok evde,maçları radyodan dinler,spikerin anlattıklarına göre, topun  futbol sahasının neresinde olduğunu,anlatılan pozisyonu kafamızda canlandırırdık.O dönemin hafızamdan silinmeyen ,şu zaman bile aklıma gelen reklamları vardı.'Mintax la canım Mintax la', ' Dalin şampuanları','Baycan sakızları','Big babol sakızları',' Vernel yumuşatıcı'  gibi gibi gibi...Pazar gecesi sineması(ilk renkli televizyon zamanları),Trt 2 de Pazar operası,Evet-Hayır yarışması ile ERKAN YOLAÇ,maç anlatımları ve sunumları ile CENK KORAY,BARIŞ MANÇO  İLE 7 DEN 77 'ye ve kara şimşek dizisini..


   Gerçekten de ,o zamanlar İstanbul'da trafik problemi ya da park sorunu yoktu.Çünkü,olan arabalar belliydi ve çokça değildi sayıları.Anadol(samandan araba,inek yer bu arabaları derlerdi),Woswos(tosbagen lakablı),Murat 124 ve abisi Murat 131,ve yine favorilerden Reno(toros diye kaldı sonradan aklımızda)...Her evde yoktu,mahallede  sayılı evin önünde vardı bu arabalardan..O zamanlar dediğim zamanları cidden yaşamışım,şöyle bir düşününce.Yokluğu da gördüğümüz zamanlardı çünkü.Bisiklet, her yaşıtımın sahip olduğu bir şey değildi mesela.Ya da COMADOR 64.(atari).Yokluğu da gördük diyorum ya,aile bireyleri arasında kıyafet paylaşımı vardı,şimdi ki nesil pek bilmez ama.Ailenin en büyük çocuğuna alınan kazak,ayakkabı,pantalon,arkadan gelen diğer kardeşlerinde büyüyünce giyebileceği şeylerdi ve saklanırdı.Aslında eskimeyen çok şey ziyan da olmazdı bu sayede.Kitaplar,defterler bile.Pek paylaşımcı zamanlardı ,belki de bu yüzden bizler paylaşımı daha net anlayabiliyor,şu an sahip olduklarımızın kıymetini daha fazla idrak edebiliyoruz.Yani hiç sahip olamadıklarımız,çocukluğumuzun hayalleri diye hayal gücümüzü süsleyenler ve sahip olduklarımızın ,sahibiz diye önemli hale gelişleri.
   Şimdi hayatımızda kalorifer var,doğalgaz var,elektirikli ısıtıcılar var mesela.Oysa ,o zaman, en güzel ve büyük lüks SOBA ve sobalı evler idi.Sobanın üzerinde kokan narenciye kokusu,şimdilerde bildiğimiz TÜTSÜ ile aynı görevi görürdü.Soba deyince, herkesin aklına 'üzerinde kestane pişirilirdi ve soba olayının keyifli lükslerinden biriydi' demek gelir.Şimdi bahsederken hem canımız çeker,hem de ,'vay be unuttuklarımız' deriz kendi kendimize..daha neler var neler..Oturduğumuz apartmanın zemin katında her dairenin kömürlüğü olurdu ve bu kömürlüklere kış mevsimi gelmeden,apartman önüne büyük kamyonlarla gelen kömürler yığılıp,yığıldığı yerden taşınarak konurdu.Bir nevi ısınmak için erzak biriktirmek yani.Kış mevsimin yaklaştığını,mahallemizdeki bu hareketlilikten anlardık.
  Yeni nesil çocukları(mahalle kültürü kalan bir kaç bölge ya da yer harici)misket oynamayı,başaltından vurmanın keyfini bizler kadar bilmezler belkide.Ya da o mahallenin yaşıt çocukları arasında oynanan,Uzun eşşek,Birdirbir,Saklambaç,Yakar top ve İstop gibi oyunları..Şimdilerde bu oyunların yerini,playstation,bilgisiyar(internetten online oynanabilen oyunlar),Carting(o bindiğimiz büyük oyuncak arabaları sadece elimizde oynarken görürdük) gibi gereçler aldı.Bizim oynadıklarımız mı çocukluğumuza güzel etkiler yapıyordu yoksa zamane çocuklarının şimdilerde oynadıkları mı?
 Hatırlar mısınız, izlediğimiz çizgi filmleri.Şirinler,red kid,voltran o zamanlarda kalmış,ama bizim çocukluğumuzda iz bırakanlardan en önemlileri idi.Voltran'ı oluşturmak,birlikten kuvvet doğar sözünün çizgisel ifadesiydi.
  Mahalle kültürü diye bir şey gerçekten vardı.Bırakın aynı apartmanı,mahallemizde oturan herkesin evini,kimin kim olduğunu,nereli olduğunu,ne iş yaptığını bilirdik.Şimdi öylemi?Bu bir kayıp gibi görünmese de,aslında kayıp.O kültür büyük binaların,plazaların,şehirleşmenin altında kaldı ,ve elle sayılır yerlerde yaşıyor.Baharın gelişini,ateşten atlayarak 50 genç kutladığımız anımsıyorum.Mahalle bakkalımızı tanır,hatta borç defterinde adımızı görür,güvene dayalı veresiye yapardık.Kimsenin parası kimsede kalmazdı.O zaman mı herkes çok dürüsttü,şimdi mi herkes cingöz bir düşünmek gerek.
     Mahalle maçları yapardık ve o muhtemelen kolasına falan olurdu,bildiğiniz taraftarlarımız vardı bizi destekleyen.Boş bir arazi,bir sağa bir sola koyduğumuz taşlar(kale görevi görürdü) ve bir adet top.Ne kadar da mutlu ederdi bizi.O mantıktan yola çıkıp,bulunduğumuz mahallenin amatör takımından hepimizin yolu geçerdi.Elbetteki, futbolcu olma hayalleri içinde.Bir kar yağardı,kar tatili 1 hafta sürerdi ,günde 3 kıyafet ıslatıp değiştirirdik.O halde ,günü geceye kavuşturur,sobanın yanında mayhoş bir hal alana kadar sevgi dolu ısınırdık.

   Doğum günlerimizde (kimin doğum günü olursa olsun)tüm arkadaşlarımız,evde toplanır,o dönemin yabancı şarkılarında dans ederdik.Michael Jackson,Madonna,Tina Turner o zamanlarımızın STAR kavramına oturan isimlerdi.Her bireyini tanıdığın bir mahallede, aşık olduğun bir de genç bayan olurdu.Acaba bu yoldan ne zaman geçer diye,pencereden durup durup sokağa bakar,'ya geçerse bu yoldan 'heyecanını yaşardık.Şimdilerde ki gibi,^internetten bulur muyum,what's up tan yazarım,msn den konuşuruz,hiç olmadı cep telefonundan sms atarım^ gibi el atınca ulaşılır bir durum yoktu.
  Hepsini bıraktım,postacılar gerçekten eve sadece kredi kartı ekstresi getirmezdi.Bir şehirden başka bir şehire yazdığımız,mektup arkadaşlarımız,yazlıktan arkadaşlarımız,yurt dışından arkadaşlarımız ,akrabalarımız vardı.Bu yazıyı okuyanlar bir düşünsün,en son ne zaman mektup yazdım diye.Pek nostaljik bir durum değil mi?:)mail diye bir şey var artık,sanal dünyanın ne büyük kolaylığı,ama saman kokulu ve el yazısının sıcaklığında değil!
  Sonra buluşmalarımız vardı,yer ve saat konusunda sözleşerek yapılan.Şu gün, şu saatte,şurada buluşulacak denirdi ve 5 dakika gecikme olurdu ,en fazla hatırlarım.Şimdilerdeki gibi,cep telefonu ile anında haberleşme diye bir şey söz konusu değildi(buna rağmen ne bekleyişler yaşıyoruz bazen).Buradan çıkan sonuç,bizi bu tembelliğe iten şey,gelişen ve hayatın ta kendisi olan teknoloji..Evet her evde 2 araba var,trafik ve park sorunu var,cep telefon almak ,ekmek almak kadar zorunlu bir şekilde hayatımızda.İnternet,bilgisayar her evde olmak zorunda,Facebook kullanmayan tanıdığım yok sanırım,yaşadığımız apartmanda yada bölgede tanıdığımız insan sayısı pek az.Yaratıcılık için hayal etmek gerekir,hayal gücümüzü geliştirmek için,önümüze konmaması lazım  her bir şeyin.500 'e yakın televizyon kanalımız var,izle izle bitiremiyoruz.Dizilerimiz var,evimize kadar sunuluyor ve bizlerde  bunlarla,hayata ,sosyallik, meşguliyet anlamında ne kadar da bağlanıyoruz???Değil mi?

Volkan Koşar


Devamını okuyun...>>

11 Şubat 2012 Cumartesi

Kimi Aşklar Sonbahar da Biter



yazan: Volkan Koşar
     Sonbahar geldiğinde,hep ölüm mevsimi geldi dermiş rahmetli dedem,bir sonbahar günü ölmeden önce…
Ve aslında  bu hikayenin,’Kimi aşklar da Sonbahar’da biter’deyişimin naif başlangıcıydı ,yıllar sonra,dedemin söylediği bu cümleyi ,annemden duyduğum vakit.
Her defasında,bu mevsimde hüzne boğulup,yanık türkülerle,hüzünlü şiirlerle uğraşmam ve her ölüm üzerine yazılmış şarkımın,sonbahara denk gelmesiydi’Kimi Aşklar da Sonbahar’da Biter’ deyişimin ince tesadüfüne sebep!Yani bir sonun başlangıcıydı bu sonbahar ya da başlangıçtı her   sonbahar yeni bir son için…
Bir sonbahar ertesi,mevsim kışa dönmüşken yazıyor olmam, geçtiğimiz Sonbahar’larda ‘neler olmuş’diye araştırmama sebep oldu.Oldu ki,belki de sizinde dikkatinizi çekecek bir konu üzerinde ,yazarken buldum kendimi.Girişteki anlatımımdan da anlaşıldığı üzere,bu biten aşklar,bildiğimiz duygusallık üzerine değil.
  Bu yazdıklarımda ÖZNE ,SONBAHAR...Ve tasviri aynen şöyle;
Yine SONBAHAR  ve yine elimde kalemim,yine aynı manzara
Fonda içli bir şarkı,odam yarı loş,tütsü kokusu burnumda
Bir mum ışığıydı,karanlıkta kendi gölgemi görüp,bir sigara deminde hüzünlenmeme sebep
Kısık sesli radyoda duyduğum,belki de ezilmemiş ama bana ezik gelen melodi
Ve yaprakların dökülmüşlüğünü görüp,yaz mevsiminin bittiğini anladığımdandı tüm hüznüm
Bu vurdumduymaz değişikliği,takvimlerin de onaylamış olmasıydı
Oysa adında da belliydi,bu sonun adının SONBAHAR olduğu
Ayrılık mevsimi,veda mevsimi SONBAHAR
Yazdan sonra,insan fizyolojisinin bile değiştiği mevsim
Şarkılara konu olan SONBAHAR,sarı SONBAHAR
Bir yeniden doğuş daha der gibi,ikinci bahar
Baharı bekleyen kumrular gibi,bu kumruların bildiği birşeyler mi var acaba?
Derdi nedir ki bu SONBAHAR’ın ,neden soldurur güllleri
İnsanları bir şekilde kasvete sokan,yazdan kalma alışkanlıklara son veren o mevsim,SONBAHAR..
   Madem bu kadar taktım,o zaman biraz araştırayım ,nelermiş bu SONBAHAR’ın tasviri dedim…Ve bulduklarım…
.’Karanlık mevsim,havadaki kasvet,ölümün kokusu,bitişe hazırlık,düşen yaprakların mevsimidir,SONBAHAR’
.’Kışın soğuğu,yazın sıcağı,ilkbaharın ise kararsızlığı nedeniyle en sevilen mevsimdir SONBAHAR ‘
.’Doğanın sarıya bürünmesi,yaprakların dökülmesi,hüzün yaşatır insana.Ayrılık mevsimi diye adlandırılır..
.’Güneşin,yaz tanesi ışıklarının yerini,kış kaçkını ışınlara bırakma sürecidir,SONBAHAR’
.’Göçmen kuşlar,öndekinin kanat seslerinin rüzgarında,güneye yönelmişken,eve giren kestane kokusudur’
.’Her taşın altında,her kuşun kanadında,her akşam rüzgarında,aranan,özlenen,beklenen ,bir hayal tortusudur,SONBAHAR’
.Hüznün can yoldaşı,aylaklığın birinci şartı,dinginliğin başkentidir,SONBAHAR’
.’Şehrin,gri duvarlarının ardında,yeni sözcükler keşfetmek için,yelken direği kırılmış,eski tanıdık bir kadırga ile sefere çıkılan bir yolculuğun değişmez hikayesidir,SONBAHAR’
.’Trenlerle yolculuk ederken,pencereden akıp giden ağaçlara bakıp,zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamanın tadıdır,SONBAHAR’
Ve daha nice nice niceleri…Sonra düşündüm,yazdığım şarkıları bitirdiğimde,altına not olarak yazdığım tarihleri.Açtım her birinin tarihlerine baktım,ve en hüzün kokanı(belki de benim için) ,bir hazan mevsimi yazılmış…
BİR AŞK İSTEDİM SENDEN,ÇOK MU GÖRDÜN
MUTLULUKTU İSTEDİĞİM ,ZOR MU GELDİ
BUHRANLARDAYIM,YANGINLARDA..
HER GECENİN SABAHI,HER ADIMIN ANLAMI,HER UYKUNUN BİR TADI,SENSİZ OLMUYOR
GECELERİ BOĞAZIMA DÜĞÜMLENİRSİN
AKREPLE YELKOVANI ESİR EDİŞİM BUNDANDIR. 
     BUHRANLARDAYIM,YANGINLARDA…
                                       

Devamını okuyun...>>

8 Şubat 2012 Çarşamba

Kimlere çalıyoruz?Ne çalıyoruz?


yazan: Volkan Koşar
      Sahneler dinleyicileri ile güzeldir.Her sahneyi,icra edilen her performansı,söylenen her şarkıyı,ayrıca güzel yapan seyircileri,dinleyicileridir.Hatta hemen hemen her dinleyicinin içinde,o sahnede,bir basamak yukarıda şarkı söylemek,bir kere de olsa bulunmak vardır.
 Dinleyicilerle sohbet ettiğimde,yaptığımız şeyin zevkli olduğunu,hatta ne kadar eğlenceli bir işten maddi kazanç sağladığımız,üstelikte basit bir icraat olduğunu,çok kez duyarım.İşin eğlenceli olduğu,severek yapılınca gerçek bir aşkın doğduğu gerçektir.Ancak,işin,insanlara yönelik olduğu,alkollü bir ortamda gerçekleştiği,doğal olarak psikoloji ile çok ilgili olduğu akıllara bile gelmez.İnsanla ilişkili her diyalog zordur ve dikkat gerektirir.Nihayetinde farklı kültürlerden,farklı eğitim ve kültür düzeyinden,değişik profillerin bir arada olduğu bir iletişimdir.Tabi,bu farklılıklar yanında,bir takım zorlukları da getirir,getiriyor da.

   Dinleyicilerin bir bölümü,gerçekten ne dinleyeceğini bilerek gelir.Bu sahne aldığımız yerlerde bilinçli dinleyici profilindedir.Sahnedeki adamın bir tarzı olduğunu,ona nelerin yakışacağını iyi bilir.Ve çalınan,söylenen şarkılara yakın tarzda şarkılar ister.Tabiki bunu irdelemek,seçmek için az çok müzik dinlemek,takip etmek ve kendi beğenilerini su yüzüne çıkarmak önemlidir,bilinçli dinleyici için..

Devamını okuyun...>>

1 Şubat 2012 Çarşamba

MÜZİK ADAMI

yazan: Volkan Koşar
Başlığı bile sanatsal ve başlı başına bir kitap konusu belkide.Ama benim için 14 yılı aşkın süre ,hayatımın her evresinde var olan, hobim iken işim haline dönüşmüş bir sevdanın konusu...
Üzerine söyleyecek çokça şey var tabiyki ama bir yandan da ,hala bunu yaşarken,acaba atladığım bir şey var mı yada bir yanı eksik kalır mı? diye düşünmüyor da değilim...
 Bu 14 yılın, 9 yılı,ilk başladığım dönemden,albüm yapma kararıma kadar olan evre ve sonraki 5 yıl,geçen zaman içinde hayal ettiklerimizin,umut ettiklerimizin çokça dışında aslında..Bu yazıyı okurken ya da bir önceki cümleyi düşünürken,sanmayın ki bunu yazan,bir başarısızlık yaşamış ve bu yüzden HAYAL ETTİĞİMİZ GİBİ DEĞİL diyor...!
  Müzik adamı,duygularını,hissiyatını,gözlemlediklerini,
yaşadıklarını müziğe notalarla döken,bunu kelimelerle,cümlelerle birleştirip,insanların beğenisine sunan,yani o müziği dinleyen birilerinin duygularına tercüman olandır,benim tabirimle..
Yaratmak(üretmek) ,Yaradana ait bir şeydir evet ve sanatçılar(SANATÇILAR)Allah katında özel sayılan,toplumun saygı duyduğu,hatta örnek aldığı kişilerdir.İnsanlarla kurdukları iletişim,elektrik,diğer insanların birbiri ile kurdukları diyalog gibi değildir.Kimi zaman daha hassas,daha duygusal,kimi zaman daha sinirli,daha komplikedir.Zaten müzik adamlarını ayıran,bu davranış şekillerini,sundukları müziğe yansıtmalarıdır.
  Ülkemizde,bunu yaşayan biri olarak,diyebilirim ki,en zor kısmı anlaşılmak.Her açıdan anlaşılmak?Çoğu zaman konuşarak bile anlatamadığımız yüzlerce konu ya da hikaye vardır ve MÜZİK ADAMI ,ele aldığı her temayı 5 dakikalık bir müzik içinde,en anlaşılır,en hissiyatlı şekilde anlatmalıdır,yoksa anlaşılmaz,anlaşılamaz.

Devamını okuyun...>>

31 Ocak 2012 Salı

Sahnede Seyru Sefer

yazan: Volkan Koşar
Sahnede seyru sefer...
Daha kurulumun başında çokça bocalamama rağmen,bana bir blog açmalı ve orda paylaşmalı diye yön veren arkadaşımla koyulduk blog adı bulmaya...Birkaç olasılıktan sonra, zor gibi görünen bu isim bulma işi, şu an ki blog adıyla sonuçlandı.Ve ben bu adın nerden çıktığını anlatmak da  istedim..Gerçekten de yıllardır sahnede olan biri olarak, gözlediğimiz, gözlemleyip hemfikir olduğumuz yüzlerce konu ve merak edilenler vardı. Ben de kendimce yazdığım o yazıları bu blog ile paylaşmaya karar verdim. Evet bizleri izlemeye, dinlemeye gelir dinleyiciler ama merak edilir mi bilmem, bizlerin sahneden de izledikleri...işte onları bazen mizah çerçevesinde, bazen gerçek yaşanmış hikayeler dahilinde sizlerin beğenisine sunacağım...Bu yüzden SAHNEDE SEYRU SEFER...

Volkan Koşar
Devamını okuyun...>>